Bertolt Brecht und Nâzım Hikmet Ran lebten, dachten und arbeiteten in unterschiedlichen Sprachen. Doch wenn man Texte der beiden nebeneinanderlegt, so scheint es, als führten die beiden eine Art geheimen Dialog, einen widerstreitenden Wortwechsel, in dem die Gedanken des einen die Überlegungen des anderen aufgreifen, auf den Kopf stellen oder weiterspinnen.
Beide Dichter erlebten politische Verfolgung, beide schrieben gegen die Krisen ihrer Zeit an, gegen den Krieg, für soziale Gerechtigkeit. Mit einem eigens für das Brechtfestival zusammengestellten Ensemble entsteht ein Abend, der den literarischen Schlagabtausch zwischen Brecht und Hikmet sinnlich erlebbar macht. Das Publikum sitzt auf beweglichen Stühlen. Welcher Stimme wird es folgen? Individualität oder Gemeinschaft? Freiheit oder Solidarität?
Brecht - Nazım: Direnişin Sesleri -
Düzgün Polat ve Hüseyin Yıldız'dan bir sahne kolajı
Bertolt Brecht (*1898 Augsburg) ve Nâzım Hikmet Ran (*1902 Selanik) farklı dillerde yaşamış, düşünmüş ve çalışmış, farklı altyapılardan etkilenmişlerdir. Buna rağmen ikisinin metinlerini yan yana koyduğunuzda, dönüşümlü olarak eserlere daldığınızda kendinizi bir tür gizli diyaloğun ortasında bulacaksınız. Birinin düşüncelerinin diğerinin düşüncelerini ele geçirdiği, tersine çevirdiği veya farklı bir yere evirdiği bir kelime alışverişinın varlığı belirginleşmekte.
Brecht (1939) ‚Doğacaklara‘ (An die Nachgeborenen) ‘de, ’ Gerçekten karanlık bir dönemde yaşıyorum! diye yazmıştır. ‚Yaşamak şakaya gelmez, büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın‘ diyordu Nazım Hikmet 1941’de hapishanede yazdığı ‘Yaşamaya Dair ’de.
Brecht sürgündeyken, 1938’de “Küçük ağacı susuz bırak (...) Neden başka bir ağaç dikesin ki?” derken ‚ Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile, mesala, zeytin dikeceksin, diye karşılık verir 1941‘de.
Brecht Festivali için özel olarak bir araya getirilen bir topluluk, Hüseyin Yıldız yönetiminde iki şair arasındaki benzerlik ve zıtlıklardan esinlenerek günümüz dünyasının soru(n)larına, siyasi zulüm yaşamış, zamanlarının krizlerine karşı, savaşa karşı, sosyal adalet için farklı bir toplumun mümkün ve gerekli olduğu inancıyla üreten bu ‚ikilinin‘ bıraktıklarında arayışa koyulmuşlardır. Brecht ve Hikmet arasındaki edebi atışmayı duyusal bir deneyime dönüştürerek, sanatsal yelpazenin tümünü kulanarak Epik Tiyatroyun farklı biçimlerde seyirciyle buluşduğu bir akşam yaratılıyor. Oyunun ayrılmaz bir parçası olararak yerini alan seyirciler ise hareketli sandalyelere oturtularak hangi sesi, hareketi, sözü, tınıyı takip edecekleri konusunda Bireysellik mi, Kollektivizim mi,özgürlük mü dayanışma mı arasında seçim yapma haliyle karşı karşıya bırakılmakta?